Yönetmen olarak “Diyarbakır’ın Fethi” belgeselini çekerken hissettiğim en güçlü duygu, tarihin görkemli bir kapısını aralıyor olmaktı. Bu kapıdan içeri girdiğinizde yalnızca bir şehrin fethi değil, bir medeniyetin kalp atışlarını duyuyorsunuz.

​

Mekke’nin Fethi’nin üzerinden daha on yıl bile geçmeden, İslam’ın bu kadim Anadolu topraklarına ulaşması, Diyarbakır’ın fethiyle vücut buluyor. Hazreti Ömer (ra) döneminde İyaz bin Ganem komutasındaki ordunun gerçekleştirdiği bu büyük fetih, sadece stratejik bir kazanım değil, aynı zamanda gönülleri fetheden bir irfan yürüyüşüdür.

​

Bu belgeselde, resmi tarihin çoğu zaman göz ardı ettiği ama İslam coğrafyasının ruhunu şekillendiren bu ilk büyük Anadolu adımını yeniden görünür kılmak istedik. Çünkü Diyarbakır'ın Fethi; Anadolu’nun İslamlaşması, İstanbul’un alınması ve İslam’ın Avrupa içlerine taşınması yolundaki en sağlam ilk basamaktır.

​

Tarihi yalnızca olaylarla değil, o olayların ruhuyla ve ardındaki büyük anlamlarla anlatmak, bu projenin en önemli amacıydı. Diyarbakır’ın taşlarına sinmiş duayı, surlarına yazılmış tarihi, halkının gönlünde yaşamaya devam eden imanı hissettirmek istedik.

​

İnanıyorum ki bu belgesel, Diyarbakır’ın yalnızca bir şehir değil; İslam medeniyetinin Anadolu’daki kök salma noktasının adıdır diyebilen bir bakışı kazandıracaktır. Bu fethi, sadece anlatmak değil, yeniden hissettirmek için yola çıktık. Ve biliyoruz ki, eksik bırakılmış her tarih anlatısı, bugünün ruhunu da eksik bırakır.